Sâmiha Ayverdi
- Ayrıntılar
- Kategori: Hakkında Yazılanlar
Elif Şafak - 11.11.2007
Zamanlardan 1906 senesi, tarihlerden 25 Ekim (aynı gün doğmuşuz onunla), mekanlardan İstanbul. Bir kız çocuğu gelir dünyaya. İsmi Samiha. Şehzadebaşı’nda geçer çocukluğu, cıvıl cıvıl.
Dünyaya geldiği andan itibaren derin bir kültür ve sanat dünyasının içinde buluverir kendini. “Bir ceddim yeniçeri, bir ceddim Macar ellerinde yatan Gül Baba”dır diyecektir ileride şeceresini soranlara. Osmanlı-İslam kültürü içinde yetişir. Dinmeyen, azalmayan bir süreklilik duygusuyla; gözle görülür, elle tutulur bir kültürel ve sanatsal birikim ortasında. Dönemin önde gelen aydınlarının, sanatkarlarının penahıdır aile ocağı. Evlerinden edebiyatseverler eksik olmaz. Onları gözleyerek, dinleyerek büyür. Daha sonra ilk gençlik yıllarını anarken, “bu durmuş oturmuş, okumuş yazmış kimseler” arasındaki sohbet ve tartışmaları bütün ile takip etme gayretini vurgulayacaktır.
Bir tasavvuf damarı güçlü bir kadın yazar olarak ilgimi çekiyor Samiha Ayverdi. Üretkendir. Kadınların kamusal alana sınırlı çıkabildikleri bir dönemde dahi o şevkle ve aşkla romanlar, inceleme yazıları yazar. Aşk Bu imiş, Mabette Bir Gece, Yaşayan Ölü, İnsan ve Şeytan, Yolcu Nereye Gidiyorsun, Batmayan Gün, Bir Dünyadan Bir Dünyaya, Hatıralarla Başbaşa... sadece bazıları. Bir fikir insanı olarak dikkatleri üstüne çeker. Yazılarında hep tartışır, yazıları hep tartışılır. Sözleri iz bırakır, kelimeleri kapılar açar. Ama bütün bunlar olurken o, derin mi derin bir bölünme taşır ruhunda. Bir yandan gönül verdiği, gönülden sevdiği tasavvufa bağlıdır. Tekke kültürünü, tasavvuf sohbetlerini her şeyden kıymetli bulur. Hak arayışı giderek hızlanan bir nehir olur hayatında. Bir müddet sonra bırakır kendini tamamen suyun akışına. HİÇ olmanın manası üzerine yoğunlaşır, tasavvuf dehlizinde yol alır. (Hatta öyle bir an gelir ki kendi gibi üç kadın yazarla bir araya gelir. Bu dört kadın beraber düşünür, beraber yazar. Edebiyat tarihimizin kolay kolay görmediği türden bir gönül birlikteliği çıkar ortaya. Samiha Ayverdi, Safiye Erol, Nezihe Araz ve Sofi Huri arasında.)
Ancak bütün bu “ruhani” gelişmeleri yaşarken, bir de içinde yaşadığı toplumu ve tarihin akışını analiz etmeye meyyal ve meraklıdır. Yani ilk bakışta alabildiğine “dünyevi” olan konularla kıyasıya uğraşır Samiha Ayverdi. Kendine has bir dünya görüşü vardır. İlerlemeci, düz çizgisel reformizmi ya da mekanik bir Batılılaşma sürecini tasvip etmez, Osmanlı bir özlemdir dilinde, sahip çıktığı bir birikim ve kimliktir. Onun tamamen terk edilmesine razı olmaz gönlü. “Gelenekleri” savunur. Hep az biraz kenarda ya da muhalefette kalır. Çağdaş kurumlarla arasındaki ayırım derinleştikçe o da “muhafazakar”laşır. Kimileri onu zamansız bir “Osmanlı aristokratı” olarak eleştirir. Fazla elitist, fazla gelenekçi, fazla “dindar”, fazla “muhalif”, fazla “bağnaz” bulunur. Bütün sıfatlar görece.
Bugün Samiha Ayverdi düştü aklıma. Merak ettim ne yazardı şu anda şimdi hayatta olsaydı? Şaşırır mıydı acaba onun hayatı boyunca uğraştığı pek çok zihinsel ikilemin hâlâ ve ısrarla memleketin gündeminde olduğunu görünce? “Gelenek-modernite” ikilemi, İslam ile demokrasinin birlikteliği, kültürel süreklilik-süreksizlik ikilemi... Bütün bunları biz bugün yeni keşfetmiş gibi tartışıyoruz. Halbuki ne çok yazılmış, ne çok tartışılmış aynı meseleler. Bir de okusak... Ne çabuk unutuyoruz yakın tarihimizin önemli yazarlarını, münevverlerini? Ne çabuk “eskitiyoruz” kolay kolay eskimeyecek isimleri, simaları? Bugün edebiyat ve kültür hayatımızın temel tartışmalarında zikredilmesi gereken isimlerden biri illa ki Samiha Ayverdi’dir. “Muhafazakarlık-modernlik,” “gelenek-reform” gibi ikilemlerimizi tartışmaya açarken önemli bir referans noktasıdır yaşamı ve yazıları. Elbette ki onun her fikrine katılmayabilirsiniz. Yazdığı ya da savunduğu her şeyi onaylamayabilirsiniz. Belki bir kitabını sever bir başka kitabından tat almazsınız. Bunlar başka şey.
Katılalım katılmayalım, fark etmez, geçmiş zaman münevverlerini es geçmek olmaz. Unutmak, önemlerini anlamamak ya da çelişkilerine kulak vermemek olmaz. Eğer kültür ilerleyecekse, bizden önce gelenlerin birikimlerini okuyup anlayarak, o birikimleri değerlendirip dönüştürmek suretiyle ilerleyecek. Yoksa her kuşak silbaştan başlar gibi, sıfırdan yola çıkar gibi, kendinden evvel gelenleri yok sayarak hareket ederse toplum da kültür de zaman kaybeder.
http://www.elifsafak.us/yazilar.asp?islem=yazi&id=598